Consciverit

İktidar, otorite , erk, insanoğlu ve halk , tüm bu kavramları inceleyince, farkında bile olmadan kendi doğrularımıza tabi tutarız, örneğin iktidar ile otoriteyi aynı şey sanarak düşünce biçimi geliştirip, iktidarı ele alınca otorite olacağız sanrısı ile devrim ve iktidar kovalarız.Oysa iktidar üstünde baskı kuran bir otorite olabilmek de mümkündür, Erk ise otoritenin anahtarı sanarız, oysa dayanışma kültürü ve meta ötesi insani tinsel bir takım değerlere inanış, Erk'den daha güçlü bir otorite halini alabilir. Erk ve iktidara ihtiyacımız kalmadığı noktada ise bunları ele geçirecek bir örgüt ihtiyacımız da biter ve birey birey varolabildiğimiz toplum yada sınıflara bölünmüş bir halk değil, komün halini alabiliriz. Toprak hepimize yetecektir, egolarımız olmazsa.

Bu noktadan baktığınızda, örgütlü olma hali ve iktidar hedefi, yüz yıllardır, hayali devrimler ve olmamışlıklar yarım kalmışlıklar peşinde koşmasına sebep olur insanoğlunun. Oysa kurulmuş olan en eski ve kutsal örgüt olan devlet'in işlerliği bile ortadayken, bu örgütü ele geçirmek için erk'i eline almak isteyen ve siyasal düşünceler ile donanmış başka küçük örgütler kurmak fikri ne kadar saçmadır.Kaldı ki örgütlü olma halinin en kutsal ve güçlü devinimi olan devlete inanmış bir halk'ın o devletin geleneği dışında bir örgütle beraber hareket ederek, demokrasi yolu ile kendini yöneteceğini düşünmek de ayrı bir saçmalıktır. Ama bu tüketmek ve tükettikçe yükselmek kültürü içinde özgür olduğunuza inanmışlığın en büyük getirisi olacaktır. Buna fırsat eşitliği yada devletçi ilkeler ile komünal eşitlik bile dense, doğal seleksiyonun yerini,edimsel şartlanma aldığından kurulu her sistematik içinde birileri daha eşit olacaktır. Çözüm odaklı bakmak esasına gelince, burada ki sentezler ne kadar çeşitli olursa olsun, göz ardı edilemez ve denenmemiş olan tek şey doğamızı dinlemektir. Kavramların en önde geleni ve amaçlarımız için araç niteliği taşıyan kavramı düzeltmekle başlamak gerekir.                                                                                                                             

Örgüt: Bu gün basitçe bir hayvanın canını kurtarabilmek kadar doğru bir gereksinim için bile, örgütlü olmanız şarttır. Aksi halde davranış ilkeleriniz kimse tarafından ciddiye alınmaz, buna uygun şartlanmanın yaratıldığı bir toplum inşa edemezsiniz.Dolayısı ile zaten doğal olan edimleri için örgütlü olma halinin saçmalığından işe başlamak gerekir.Öncelikle örgüt'ün yerini , dayanışma, dostluk gibi gayet insani ve tinsel kavramlara bırakmak gerekir.Olabildiğine bencil bir dünyada lidersiz, yönetimsiz böylesine bir dayanışmayı ve insani olan insan değerlerini anlamak elbette zordur. Çünkü kişisel ilkelerimiz dahil buna göre yapılanmamıştır. Toplumun temel ve en küçük örgütü olan Aile ve evlilik bile bugün hukuksal zeminler aranarak ve kurgulanarak inşa edilmekte, buna da pozitif ayrımcılık,yada kadını korumak denmektedir, oysa kadının benim kadar birey olduğu bir komün içerisinde korunmaya ihtiyacı olmamalı ,en azından yazılı yasalar ile, en basitinden bir köpek sürüsü yada bir goril klanı içerisinde dahil , herhangi bir dişiye yada herhangi bir tür üyesine gaddarlık yapmayı deneyin?Tür'ün kendi kültürü içinde ise kendi canlılık statüleri gereği zaten klan içi üyelerin birbirine zulüm ettiği çok nadir rastlanan bir durumdur. En başta dayanışma ve yardımlaşma esaslı gayet doğal olarak komünün içindeki her ferdin(sadece dişilerin değil) hayvan sosyetelerinde dahi türün devamı için gereken yeri en az benim kadar alması ve yaşam kavgasına katılması gerekmekte,aslında bu ilkel ve en doğal hali iken yaşamanın, bunu bozan insanoğlu kuralları ile doğayı adapte etmiş,arkasından bu kuralları revize etmek adına kadını aileye , aileyi topluma, toplumu sisteme adapte ederek metamorfozik halde yaratılmış bir ahlak silsilesi ve kast düzeni icat etmiş,sonra da bu düzende kadının yerini korumak adına tekrar ayrı bir hukuk ve kurallar yığını sabitlemek zorunda kalmıştır.

İnsan: Diğer tüm canlılar kadar basit bir canlı olduğu unutulmamalı,insanı insan yapan, metaya atfettiği değer değil, düşünsel ve sanatsal üstünden ürettiği üretimsel duygu biçimleridir.Hisleri ile insan insandır , düşünsel boyutta, aslında taş devrinden bu yana zekasal bir evrimi tam olarak geçirmemiştir, taş devrinde ki basit bir mekanizma yada aleti bile yapabilmek için,8-9 çeşit işlemden geçiren insanın tecrübe aktarımı sayesinde sadece bilgisel düzlemi genişlemiş ve teknoloji sayesinde metasal algısı tamamı ile rasyonel düzeye gelmiştir.Bu tin'i red etmek anlamına geldiğinde ise, nesnelliğin ötesi kalmadığı için değerlerini yitiren bir canlı olmuştur. Doğa hiç bir canlıya seleksiyona tabi tutacağı tür üyesini seçme vicdani sorumluluğu yüklemez, yani bir goril kendi klanı içerisinde ki zayıf gorilleri , sen sen sen diyerek ayırıp , aşağı klana göndermez, yada yok etmezken, insan bu gün bu noktada kendinde hak görmektedir.Bu doğal seleksiyonun sona erdiği anlamına gelir ki bu noktada , aşktan tutunda üremeye, düşünselden tutunda kur yapmanın ritüelleri olan, dans müzik vs. formatlara kadar herşeyin içinde etkisini göstermiş, duygusal algımız yanlış evrilmiştir.Bunun sonucunda ise sınırlar , devletler,mülkiyet aidiyeti ardından mülkiyete ait olmak gibi yanlış edimlere yönelmiştir insanoğlu.Örneğin melez üyeler tüm canlılık içerisinde en seçkin üyelerken, insanoğlu artık melezleme yerine tersine ari olmaya özenç duymuş kendi türünü ve zekasını kısırlaştırmıştır. Belki sınırların olmadığı bir dünyada yaşıyor olsaydık ve bu düşünsel yanlış evrilmese idi bu gün ırklar olmayacak çünkü çoktan zenci kanı taşıyan bir dişi ile çiftleşmek arzusu duyan bireyler olarak,aşklarımızı buna göre yaşayacak ve sonraki kuşaklardaki türün devamını sürekli melezleyerek üstün olana taşıyıp evrimi doğru tetikliyor olacaktık.Oysa insanoğlu yüz yıllar boyu egemen olan sınıf beyazlar olduğundan zenci olan bireyleri insan yerine bile koymayarak kendi aptallığını tastik etmiştir.

Bu gün de her edinimde bu kadar basit algıları göz ardı ederek, yaşadığımız türün bireysel uyumunu görmezden gelip kendimize şekilsel kurallar koymaktayız, bunların bazısı yazılı,bazısı geleneksel,bazısı da isyan ettiğimizi sanarak aldığımız kendi özgürlüğümüzü korumak adına köleleştiğimizi fark etmediğimiz kurallardır ve buna göre sonuçlanırlar.

Bu bağlamdan baktığımda yalnızlığı kendime bir paye olarak seçip, örgütlü olma halini anlamıyor olmakla beraber, anarşiye sonsuz inanmış biri olarak , birey nezdinde varolabilme savaşı vermeyi kendim için düşünüyordum, ama türün diğer fertleri herşeye olduğu gibi yıkıcı yanı ile beni de yozlaştırmaya ister istemez tabi tutuyor ve her geçen gün yaşam şevki azalan bir canlı olarak neden nefes aldığımı sorgular hale geliyorum.Bu durumda sanırım Camu diyordu intihar'ın gerçek bir eylem ve karşı duruş olduğunu.İntihar etmeden geçirdiğim her günü bir zafer olarak yada duruş olarak görüyor olsam da elimde nedenlerim git gide azalıyor.Hatta bu yazıyı yazarken bile...